ÖYLE BİR ROMAN GELİYOR Kİ
ÖYLE BİR ROMAN GELİYOR Kİ
Gazeteci Mehmet Uluğtürkan, yayınlandığı yıl en çok satanlar listesine giren ilk romanı ‘Madalyasız’ın ardından ikinci romanında Milli Mücadele’nin Güney Cephesi’ni ve Adana’nın işgalden kurtuluşa giden günlerini yazdı. Mustafa Kemal Paşa’nın ülkeyi kurtaracak tüm planları yaptığı Adana’daki gizli toplantıyla başlayan roman, Kuvayı Milliye ruhu taşıyan 44 Adanalının 700 Fransız askerini çatışarak teslim aldığı Karboğazı Savaşı’yla devam ediyor. 5 Ocak 1922 günü kurtuluşta yaşanan coşkuyla sonlanan roman raflarda yerini almak için gün sayıyor. Uluğtürkan, Karnaval gazetesine yeni romanından ipuçlarını aktarıyor.
“Bende bu vekayiin ilk hissi teşebbüsü bu memlekette, bu güzel Adana’da doğmuştur.”
Atatürk’ün neden böyle bir cümle kurduğunun peşine düştüm.
İlk durağım bir konak oldu.
Günlerden 8 Kasım 1918 Cuma’ydı.
Akşam saatlerinde konakta başkanlığını Mustafa Kemal Paşa’nın yaptığı gizli bir toplantı vardı.
İkinci Ordu Komutanı Nihat Paşa, Ceyhan Askeri Fırka Komutanı Remzi Bey, Levazım Fırka Reisi Avni Doğan, Askeri İmalathaneler Müdürü Ahmet Remzi, Nalbantzade Ahmet, Ramazanoğlu Kadri, İsmail Safa Özler, Mücavirzade Mustafa Efendi ve Merkez Komutanı Hulusi Akdağ bu toplantıdaydı.
Mustafa Kemal Paşa’yla bölgenin ileri gelenleri ve komutanlar Mondros Mütarekesi’nin sonuçlarının neler olacağını, kendilerini nelerin beklediğini en ince ayrıntısına kadar konuştular. Paşa, zaman zaman masanın üzerine haritalar sererek parmaklarını gerçekten vatan topraklarına dokunuyormuş gibi usulca üzerlerinde gezdirerek direnişin nasıl hayata geçirileceğini anlattı.
Mücavirzade Mustafa Efendi kendinden emin ve kararlı bir sesle, “Paşam, öldürmeden ölmeyeceğiz!” dedi.
MİLLİ MÜCADELE’NİN BAŞLANGICI SANILDIĞI GİBİ 19 MAYIS DEĞİL!
Mustafa Kemal Paşa elinde sapı gümüşten kırbacı ve ayağında portakal rengi çizmeleriyle salonda iki sıra olan grubun ortasında bir ileri bir geri gidip geliyordu.
Önce odanın ortasındaki sehpanın üzerindeki yeşilli turunculu portakallara baktı. Sonra tek tek yiğit Adanalıların gözbebeklerine…
“Evet, evet… Bize bu güzel portakalları bahşeden topraklarda düşman çizmesi gezemeyecek ve bu millet asla esir olmayacak” dedi.
Gecenin sonuna doğru içilen sigaraların dumanları arasında ayağa kalktı, dimdik duran başı dumanlı dağlar gibi görünüyordu. İki elini masaya koyup güven duyan ve aşılayan gözlerle bakışlarını misafirlerinin üzerinde gezdirdikten sonra konuştu:
“Sizler şimdiden itibaren işgal kuvvetlerine karşı koymak için bir teşkilat kurun, uygun yerlere siperler kazın, gereken silah ve malzemeyi ben temin edeceğim.”
Toplantı bitmiş, “Millî Mücadele” başlamıştı.
Yani sanıldığı gibi Milli Mücadele, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basılmasıyla başlamamıştı…
KARBOĞAZI ZAFERİ’NİN DÜNYADA BENZERİ YOK
Nitekim Mustafa Kemal Paşa’nın Adana’dan İstanbul’a gitmesinin ardından iki ay geçmeden Fransızlar, sömürgelerinden getirdiği askerler ve Ermenilerle Çukurova’yı işgal etti. Adanalılar, Aralık 1918’den Kurtuluş Günü olan 5 Ocak 1922’ye kadar ovada ve Toroslarda düşmana karşı destansı bir direniş sergiledi. Bu direnişin dünyada eşi görülmemiş mücadelesi Karboğazı Savaşı’ydı. Vatanını işgalden kurtarmak isteyen Kuvayı Milliye ruhu taşıyan 44 Adanalı, aralarında 1 binbaşı ve 23 subay bulunan 700 Fransız askerini çatışarak teslim aldı. Ve bu başarı Büyük Millet Meclisi’nin işgalci bir devletle yaptığı ilk anlaşma olarak tarihe geçti. Yani, Adanalının elde edilen savaş başarısı Türkiye Cumhuriyeti’ne temel oldu.
Büyük acılar yaşatan, destansı mücadelenin sonunda işgal 5 Ocak 1922’de sona erdi. O gün Adana’nın her sokağı bayraklarla donatıldı. Adanalılar ellerinde ne kadar kırmızı ve beyaz kumaş varsa hepsini Terzi Nuri’ye teslim etmişlerdi. Ustalıkla dikilen dev Türk bayrağı binlerce el tarafından tutularak caddelerde gezdirildi.
“ALLAH’IM, ARTIK GÖZLERİMİ KAPAT!”
Yüzlerce insan bayrağa dokunabilmek için kıyasıya rekabet ediyordu. Bayrak, Saat Kulesi ile Ulu Cami arasına gerilen ipe bağlanacaktı. Kuleyle cami tepesine çıkan gençlerin kollarına sarılan ip gerildikçe bayrak topraktan filizlenircesine yükseliyor, tüm dünyaya Türk’ün bağımsızlığını ilan ediyordu.
Alkış tufanları içinde bir ihtiyar, bu bayrağın altına gelerek ellerini yukarıya kaldırdı, “Allah’ım, artık benim gözlerimi kapat! Artık bu dünyada başka bir şey görmeme gerek yok, kalbim bu heyecanla dursun!” diye haykırdı.
Dev ay yıldızlı bayrak şehrin göbeğinde kırmızı bir deniz gibi dalgalanırken, tarihin tozlu sayfalarına gömülen işgalci Fransız taburunun kayıp sancağı ise kim bilir nerelerdeydi?
Bir gazeteci o gün defterine şunları yazdı:
“Toroslarda doğan istiklal ve şeref yıldızı, bütün bağrı yanık vatan çocuklarını kendisine doğru çekti.”
O çocuklar sayesinde…
Çukurova bir daha esareti yaşamadı.
Şimdi bize düşen, Adana’nın Kurtuluş Günü’nün 100’üncü yılını eşi görülmemiş bir heyecanla kutlamak olmalı.
5 Ocak 2022’de bir daha rekoru kırılamayacak kadar büyük bir Türk bayrağını Adana’da dalgalandırmak olmalı.
Buna kumaşımız var.
Haber: Refleks Gazetesi
YORUMLAR
BENZER HABERLER
KÖŞE YAZARLARI
Tüm Yazarlar-
Yeşil Geleceğe Uzanan Yol: Avrupa Birliği ve Türkiye’nin Yeşil Dönüşümü Doç. Dr. TUĞÇE DEMİRDELEN
-
Lezzet Festivali Başladı! Bu Yazıyı Okumadan Festivale Gitmeyin! Hanifi Aktaş
-
KDV’de Yeni Dönem: Hasılat Esaslı Vergilendirme Mehmet Akif Kılaç
-
Ailede Şiddet Gören Çocuklarda Bağımlılık Riski Mehmet Aslanbaba
-
İşverenler, SGK Teşviklerinden Yeterince Yararlanıyor Mu? Osman Tunç